İş yerimin tam karşısında büyük bir Migros var. Biraz aşağısında bir ulusal market, onun da çaprazında şehrin bir kaç yerel süpermarket zincirinden birinin bir şubesi. Ben genellikle alışveriş yapmaya karar verdiğim zamanlarda bu yerel marketi tercih ederim. Şehrimizde birkaç tane yerel market zinciri mevcut. Ani bir şey lazım olduğunda ise, en yakın olmasından dolayı, ayağımız Migrosa alıştı. Bu üç market tabi ki kıyas kabul etmeyecek faklı ölçeklere sahip yapılar. Üç marketi de aynı kefe içerisinde, aynı kriterler üzerinden değerlendirmek fiyat açısından Migros'a, ürün çeşitliliği ve markalar açısından da yerel marketlerimize haksızlık etmek olur.

Migros'u adı ile anarken, diğer yerel marketimizin adını neden anmadığımı açıklama ihtiyacı hissettim bir an. Ama sonra vazgeçtim...

Bir kasiyer başarısı

Bugün atıştırmalık bir şeyler almak için Migros'a gittim. 12 liralık bir alışveriş yaptım. Kasada "Money Club" kartınız var mı diye sordu kasiyer. Kısaca ve net olarak "yok" dedim. Ses tonumdan "gerek yok" emek istediğim gayet anlaşılırdı aslında. Kasadaki bayan, bana gayet hoş ve anlaşılır bir dille, eğer bir lira verip kart sahibi olursam bu 12 liralık alışverişimin 9,5 liraya düşeceğini, sürekli çeşitli ürünlerde karta özel indirimler olduğunu falan anlattı. Anlattı dediğim 25 saniyede, muhtemelen daha önce eğitimlerde kendisine ezberletilmiş kalıp cümlelerle ama samimi bir dille. Sonuç; artık Money Kartım var! 

Ben, yılların pazarlamacısı, senelerini insanlara ürün satmak ile geçirmiş biri, nasıl düştüm bu tuzağa. Migros'un müşteri sadakat programlarından birine kayıt oldum. Yuh bana...

Şaka bir tarafa, bu yazıyı Migros ve müşteri sadakati çalışmaları hakkında sizi bilgilendirmek için yazmıyorum. Daha önce müşteri sadakati ve nasıl kazanılacağı hakkında birkaç yazı yazmıştım. Burda başka bir derdim var. Bana firmasının müşteri sadakati programını, bir üye ya da indirim kartını satmayı başaran bu kasiyer, muhtemelen kırklı yaşlarında bir abla. Temiz, yakalarında Migros turuncusu çizgiler olan beyaz bir gömlek giyiyor. Adının yazdığı bir kimlik kartı da taşıyor göğsünde. Firması, başörtüsü ile çalışmasına izin vermediğinden olacak, perukla çalışıyordu. Ama işini harika yaptığı kesin.

Bir kasiyer başarısızlığı

Yerel marketten de alışveriş yaparım. Hatta alışveriş yapmaya karar vermişsem, hele de elimde bir liste varsa, genellikle bu yerel markette giderim. Bu market şehir merkezinde ve ilçelerde, toplamda ondan fazla şubesi olan bir marketler zinciri. Oraya ne zaman gitsem, personellerine dikkat etmeden duramam. Bu bir meslek hastalığı sanırım. Sanki sabah yataklarından zorla kaldırılmış, sürüklenerek markete getirilmiş ve silah zoru ile işlerini yapıyorlardır. Suratlar asık, sorulan sorulara net cevaplar...

- Temizlik malzemeleri ne tarafta?

- İlerde!

Bu iki işletme kasiyerlerine yakın ücretler veriyorlar. Veriyorlar diyorum ama bildiğimden değil. Tahmin ediyorum. Hatta tahminim şu; yerel marketimiz tüm işletmelerimiz gibi, devletin asgari ücret uygulamasını kendine kanun edinmiş, tüm pozisyonlar için asgari ücreti bir başlangıç noktası olarak benimsemiştir. Migrosta ise en fazla 200 lira fark vardır. O suratsız market kasiyeri kızımız 200 lira için mi dünya ile kavgaya girişmiş?

Aralarında ne fark var?

Çalışma şartları açısından, her zaman bu personeli tarafından protesto edildiğimiz ve personeli tarafından asık bir surat ile protesto edilen, yerel süpermarket zinciri işletme iyidir. Geç kalırsanız halinizi anlatabilirsiniz, izin isteyip kuzeninizin düğününe gidebilirsiniz, başınızı kapatmak istiyorsanız patronunuz size karışmaz... Her türlü insani durumu daha açık, samimi bir dil ile anlatabilir, insanlar ile birincil ilişkiler kurabilirsiniz.

Migrosta ise durum tam tersidir. İzinleri ve vadiya saatlaeri bellidir, geçerli mazeretler olmadan esmenez. Giyim ile ilgili şartları vardır. 

Neden nsani ilişkilerin daha çok yer tuttuğu ve anlayış gösterilebilir mekanlar olan yerel marketler, personlleri tarafından asık suratları ile temsil edilliyor da personelinin başını kapatmasından, giyimine kadar, çok daha ağır şartlarda insanları çalıştıran Migros'u müşterilerine karşı harika kasiyerler temsil ediyor?

Burada kurum kültürü dediğimiz şeyin farkı ortaya çıkıyor. Kurumsallık denen tanımı "Logoya sadık kalalım" çümlesine indiren girişimci "abilerimiz" bu konudan çok uzak. Bu iki kasiyer bayanın, Migros'ta bana üye kartı satan abla ve yerel markette yüzüme bile bakmadan temizlik malzemelerinin yerini tek kelime ile tarif eden kızın, farkları zihin dünyalarında. İkisini düşünceleri ayırıyor. Bu düşüncelerdeki farklara bir göz atın.

 

  • Migros iş yapan, karlılık üreten ve gittikçe büyüyen bir firmadır. Bu açıdan, kasiyer ablanın işsiz kalma korkusu yaşamasına gerek yoktur. Firma para kazanır ve bunu her şekilde (reklam, kampanya, promosyon, indirim vs.) gösterir. Yerel marketimizin sahibi her zaman maddi sıkıntı içerisindedir. Bu insanımızın bir hastalığı. 350 bin liralık arabasından iner ve sorarsanız "işler bu ara biraz durgun" der. "Sıkışığız" der. Her zaman birşeylerden tasarruf edilmelidir. Araba hariç.
  • Migros kasiyeri ablamız gün içerisinde huzur ile çalışır. İşini yaptığı sürece kimsenin ona dokunmayacağını, işinden olmayacağını bilir. Kendisinin bir görev tanımı vardır. Hangi işlerden sorumlu olduğunu net olarak bilir. Kendisinden ne beklendiğini bildiği için de sorumluluk alanı nettir. Yerel market kasiyeri ise ne iş olsa yapar. Bunu özverisinden yapmaz. Onun görev tanımı budur. Her işe yollanır. Hiçbirini tam olarak yapamaz ve hiçbirinde uzmanlaşamaz. Sürekli tedirgindir.
  • Ablamıza kurumu tarafından kaliteli bir beyaz gömlek verilmiştir. Hatta belki bir de pantolon. En az iki takım olarak kendisine teslim edilen bu elbiseler her zaman temiz ve ütülü olmalıdır. Bu görev tanımı içerisinde bir maddedir. Ayrıca market içerisindeki göreve göre bu iş elbiseleri değişiklik gösterir. Depoda çalışıyorsanız farklı, kasiyerseniz farklıdır. Yerel marketimizde ise en ucuzundan bir polo yaka üst vardır. Sırtında kocaman market logosu. "Büyük olsun, büyük" diyerek  büyütülen logo, eskimiş, baskısı çatlamış, kısmen kopmuştur. O tişört o kadar çirkindir ki kimse onu giyerek işe gelmez. O her zaman depoda bir yerdedir. Buruşuktur ve hafta ortası kirlidir.
  • Kasiyer abla yaptığı işin önemini bilir. Onun işini herkes yapamaz. Bir sürü eğitimden geçmiştir. Onun işini yapmak için gerekli kriterler vardır. Ablamız eşsiz hint kumaşı değildir ama bir bütünün parçasıdır. Ait olduğu bütün, bunu ablamıza her fırsatta hissettirir. Kasiyer kız ise; çok net farkındadır ki onun işine girebilmek için aranan tek kriter, işi o fiyata yapmaktır. Bu fiyat kabul edildiği anda başka hiçbir kritere bakılmaz. Sokaktan birini çevirsen yapar.
  • Kasiyer ablamızın çalıştığı market, kendisini kaliteli olmak üzerine kurgulamış bir markadır. Ama ucuzdur da. İndirimler yapar, her ay düzenli broşürler bastırıp indirimlerini duyurur. Ucuz olmak iddiasına sahiptir, kaliteli kalmak şartı ile ucuz. Kasiyer kızın marketi ise ucuzdur. Ne pahasına olursa olsun ucuz. En ucuz. Her şey karmaşık olabilir, koridorlar dar olabilir, raflar tıklım tıklım dizilmiş, düzen gözetilmemiş olabilir. Ama ucuzdur. Tekrarlıyorum: ne pahasına olursa olsun ucuz. Farkındaysanız bu bir marka tanımı değil. Bir fiyat durumu.
  • Kasiyer abla sabah işe gelirken mutludur, kasiyer kız mutsuz.
  • Kasiyer abla sabah özenle beyaz gömleğini ütüler, kasiyer kızın polo yaka tişörtü mağazanın deposundadır.
  • Abla işinde verim üretmek konusunda uzmanlaşmıştır, kız daha az emek harcamak konusunda.

Ve  bunun gibi farklar. Kurumlar insanları, personellerini ne hale getiriyor. Aralarında 300 metre bulunan iki markette, aynı şehirde, belki aynı mahallede oturan iki kasiyer çalışıyor. Aynı şehrin insanlarına hizmet ediyorlar. Yakın paralar kazanıyorlar. Biri büyüyor, diğeri... Neyse... Yerel marketlerimiz şehrimizin değerleridir, onlara sahip çıkalım.